Açıklama
Yüzyıllardır insanlığın her şeyi ardında bırakmaya, serüvene kapılmaya ya da özgürlüğe duyduğu özlemin ütopik mekânı olan keşfedilmemiş bir ada, ayak basılmadık noktasının kalmadığı varsayılan bu modern dünyada neye tekabül eder?
Varlıklı bir mimar, arabasıyla her günkü mutat güzergâhında ilerlerken kaza yapar ve otoban kenarındaki terk edilmiş bir araziye uçar. Mahsur kaldığı bu insan yapımı "ada"dan kurtulma macerası birdenbire çocukluğuyla, mutsuz evliliğiyle, sevgilisiyle ve bizzat kendisiyle bir hesaplaşmaya dönüşür.
J.G. Ballard, çağdaş Robinson anlatısı Beton Ada'da, büyüsünü yitiren köhne yerküredeki ıssız bir trafik adasının, dışsal bir mekândan içsel bir mekâna dönüşürken, kişinin kendini tanıması için sağladığı bitimsiz olanaklar üzerine düşünmeye davet ediyor okuru.
Tavsiye Eden Üye
Hypatia
Detaylar
Yayınevi
Sayfa Sayısı
Kategori
Sel Yayıncılık
165
Edebiyat
Özgün Adı
Özgün Dili
İlk Yayın Tarihi
Concrete Island
İngilizce
1973
Adres
SAKARYA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ İMAR ve ŞEHİRCİLİK DAİRESİ BAŞKANLIĞI, Mithatpaşa, Adapazarı/Sakarya, Türkiye
BETON ADA / J.G. Ballard
(Spoiler içerir)
Mimar Maitland Londra’da bir öğleden sonra köprülü bir geçitten geçerken aşırı hız yapması sonucu otoyolun yüksek toprak dolgularından aşağıya yuvarlanarak kaza yapar. Köprülü yollar arasında oldukça aşağıda kalan, uzun otlarla çevrili ve kısmen kamufle olmuş hurdalıklar, eski bir sinema binası, hava saldırısı sığınağı ve bazı barakaların imarını oluşturduğu bir otoyol adacığında kendini bacağından ve kalçasından yaralanmış halde bulur.
Bacağından yaralı şekilde büyük bir zorlukla toprak rampayı tırmanmayı başararak gelen geçen araçlardan birinin durması umuduyla yardım ister. İmkansız olmasa da araçların durmasının tehlikeli olduğu bu noktada kimseden yardım almayı başaramaz. Hiçbir araç ona yardım etmek için durmamıştır. Ezilme tehlikesini de göze alarak yakınında bulunan tünelin içindeki acil durum telefonuna ulaşma fikrini de gerçekleştiremez. Sonrasında bir süre kendini emniyete alacağını düşündüğü Jaguarına geri döner ve günlerce sürecek olan yaşam mücadelesi başlamıştır. Burada akıllara şu geliyor, aynı durumda bir başkası olsaydı Maitland o kişiye yardım etmek için durur muydu, yoksa yoluna devam mı ederdi? Başkalarından bu gibi acil durumlarda ya da ihtiyacımız olduğu hallerde duyarlılık beklerken, kendimize dönüp baktığımızda aynı duyarlılığı gösteriyor muyuz? Çoğumuzun göstermediği açık bir gerçek. Ancak kişiler böyle durumlarda bu soruyu kendine sormaktan kaçınır ve egosunu koruma altına alır.
Zaman geçmekte ve adada uzun otların arasında fark edilme ve yardım alma umudu her geçen an azalmaktadır. Bu arada adada iki kişi ile tanışır. Orada sürekli yaşayan aklı pek yerinde olmayan iri yarı eski bir sirk akrobatı ve onu kontrol altına almış, gizemli geçmişe sahip ve zaman zaman adadan ayrılıp harabe sinema binasındaki odasına tekrar geri dönen yirmili yaşlarında güzel ve tuhaf bir kadın. Jane önceleri ona yardım edip yiyeceğini paylaşsa da zamanla onun bu adadan kurtulmasına kendince sebeplerden dolayı yardım etmeyeceğini anlaması uzun sürmez. Normal yoldan ve beklediği şekilde onlardan yardım gelmeyeceğini anlayınca bazen mantıklı ve ikna edici konuşmalarla, bazen de hileli ve onları aldatmaya çalışarak dolaylı yollardan adadan kurtulmaya çalıştığını görüyoruz. Ancak zaman ilerledikçe aklımıza şu soru takılıyor; bu berbat yerden gerçekten kurtulmak istiyor mu? Bu soru, bu koşullar için saçma gibi görünse de aklımıza takılmadan edemiyor. Ya da benim aklıma diyeyim. Günler geçtikçe bir taraftan kurtulma çabalarına şahit olurken, diğer taraftan aslında kurtulabilir ama bunu sürekli erteliyor hissi daha da güçleniyor.
Bu noktada kendi yaşamımda da benzer hisler içinde olduğum zamanlar geliyor aklıma. Bir şey yapman gerekir, ve yapabilecek güçtesindir ve onu yapmak istediğini söylersin, tüm planlarını ona göre yaparsın ama bir şey hep eksik kalır. Yapamazsın ve buna gerekçeler üretirsin. Ama aslında o şeyi yapmayı çok istediğine yemin edebilir, çok ikna edici konuşmalar bile yapabilirsin. Ama olmaz işte. Yapamasın. Çünkü bu gerçekte çok güçlü bir duygu değildir. Ne gidebilirsin ne kalabilirsin, ne onunla ne de onsuz, ne öyle ne böyle halleri.
Maitland’in otoyollarla çevrili adasında onu anlamaya çalışırken ve belki de onu eleştiriyorken bizler kendi adalarımızın farkında mıyız? Kendi rutinlerimiz içinde tuğla tuğla inşa ettiğimiz ve sonrasında kendimizi hapsettiğimiz adalar. Çıkamadığımız kısır döngüler, bizi mutsuz eden ama bırakamadığımız rutinler, alışkanlıklar, defalarca alıp ta uygulayamadığımız kararlar ve dahi neler neler. Evimin balkonunda oturup bu yazıyı yazarken birden kendi fiziki adamı da farkettim. Sağımda solumda üç, dört katlı bloklar, önümde anayolla evleri ayıran koruluk ve her gün o adaya dönmek için can atan ve bunun için uğraşan, çalışan ben.
Finale doğru önceki samimiyetsiz ve pek de inanmadığı yardım tekliflerinden sonra Jane adadan çıkması için Maitland’e ilk kez gerçek bir yardım teklifinde bulunuyor. Adadan çıkabilir ve evine dönebilir. Ama kabul etmiyor ve buradan kendi çabalarımla çıkmam gerekli diyerek teklifi geri çeviriyor. Ve belki de doğrusunu yapıyor. Adanda kalabilirsin, çıkabilirsin ya da jane’in yaptığı gibi arada çıkıp girebilirsin. Ne yapman gerektiğine mutlak bir anlayışla karar verdiğin anda artık kararsızlık ve ikilik ortadan kalkacak ve daha huzurlu olacaksın. Maitland adadan çıktı mı bilemiyoruz. Şimdi ise dönüp kendi adalarımıza bakma zamanı.
NOT: Romanı beğendim ve okumayı düşünenlere tavsiye ederim.